Satrancın ne kadar önemli bir oyun olduğu herkes tarafından bilinir. Bence satranca oyun demek ayıp olur. Strateji oyunu demek derecesini yükseltse de yeterli değildir. Oyun diye nitelendirdiklerimize bakınca bunu söylemenin isabetini daha iyi anlıyor insan. Bakınız okey, yirmi bir, zar atma, konken vb. Satranca geri dönecek olursak onda strateji var, bir kaç adım ötesini düşünmek var, rakip hamlesini öngörmek ve ona göre kendi hamleni düşünmek var, tabi sonunda kazanmak veya kaybetmek var. Satrançseverlerin satrancın hayata yakınlığına atfettikleri analoji savlarını düşündüm, acaba ne kadar örtüşüyor diye. Bu sırada bir arkadaşımın, çocuğunun satranç şampiyonu olmasıyla övünen bir kişiye yaptığı açıklama geldi aklıma: “ Ben çocuğumun satranç şampiyonu olması yerine tavla şampiyonu olmasını tercih ederim, çünkü satrançta şans yoktur, oysa hayatta öyle mi?”
Konumuz şans olsa söyleyecek farklı söylemler olurdu ama konumuz hayatı açıklayacak metafor olunca satrancın, tavlanın yanında yaya kaldığını söylemek zorundayım. Söyleyeceklerim satrancın önemini azaltmaz veya beynin çalışmasına ne kadar yararlı olduğunu unutturmaz. 4000 yıllık bu dahiyane karşılaşma yüzyıllarca oynanmaya devam edecek. Hayat, doğrusu pek satranca benzemiyor. Evet düşünme var, ileriyi görmek var, rakibin hamlesini düşünmek var, bir strateji uygulamak var. Ama şans ve ihtimalin yanı sıra eksik olan bir şey var. Konu yok. Bilgi yok. Bilgi, yalnız satrancın kurallarını bilmekle sınırlı. Hayatta ise onlarca konu var ve bilgi var, bilgiyi işlemek var. Satrançta içinde bulunduğumuz yılların önemli kavramı algoritma var, doğru ama o da kurallar çerçevesinde var ve milyarlarca da olsa sonlu sayıda. Scrabble’da ( kelime tamlama oyunu) ise satranca ek olarak şans var, harfler size rastlantısal geliyor), tavlaya ek olarak ise bilgi var. Kelime hazneniz kısıtlı ise, sözcük bilginiz yeterli değilse elinize ne harf gelirse gelsin onu değerlendirip yüksek puan almanız mümkün olmayacaktır. Üçünde de rakip vardır, oyunun sınırları vardır. Sözü geçen oyunlarda ( hala oyun diyeceksek eğer) olmayan bir şey daha var: Duygular. “Hiç yok mu?” diyeceksiniz, kısmen var tabii duygular. Hamle yaparken üzgün, sevinçli, kaygılı vb. olup olmama durumu kişiyi doğrudan etkileyecektir. Bu, duygunun varlığının bir yanı. Oysa hayatta duygular her an her adımda var. Tam sayısı bilinmese de yüzü aşkın ( belki iki yüz) duygunun varlığını düşünecek olursak insanoğlunun bir karşılaşma( bu, oyun anlamında değil , bir kişiyle karşı karşıya gelme anlamında) sırasında yaşayacağı ve tabii yaşatacağı ihtimalleri düşünmenizi rica ederim. En küçük bir bakıştan kastedilen veya kastedilmeyen manayı çıkaran insanoğlu, bırakın davranışları, kelimelerin, tonlamaların, imaların hırçın dalgalarında bir kıyıdan bir kıyıya sürüklenecektir. Geçmiş yaşanmışlıkların biriktirdiği, doğrudan karşımızdaki kişiye veya kendi içimizdeki sönmemiş volkanların hesaplaşmasına bağlı tortular, kişinin her anını doğrudan etkilemiyor mu? İnsanoğlunun davranış ve sözlerinin kestirilemez olması bilim adamlarını, filozofları uzun yıllardır yeterince meşgul ediyor.
Satranç ve matematik önünde saygıyla eğiliyorum. Hayatı, bazı yönleri bir şeylere benzese de, tek bir metaforla açıklamak kolay olmasa gerek. Hele hele hayatı bir oyunla benzeştirmek, ona bir kazan / kaybet gözlüğü ile bakmak demektir ki bunun darlığını/ genişliğini size bırakıyorum.